Özgeçmiş

1954’te Ankara Kız Lisesi’nden mezun oldu.

Ankara Hukuk Fakültesi’nde okuduğu yıllarda Ankara Radyosu’nda spikerlik ve program yapımcılığıyla yaptı.

Bir dönem podyuma çıktı. Faize Sevim Modaevi’nin yöneticiliğini yaptı.

1976-1992 yılları arasında Vakko’nun halkla ilişkiler koordinatörlüğünü yürüttü.

Gençlere Mektup

Sevgili gençler,

Bu mektup siz gençlere, çok farklı fikirler ve amaçlarla yetiştirildiğiniz için belki de biraz tuhaf gelecek.

Sizlere, gelen geçen yöneticiler tarafından sürekli kendinizi düşünmek ve kurtarmak fikri aşılandı. Kişisel başarının her şey demek olduğu öğretildi. Aileleriniz ve yönetenlerimiz tarafından politikadan uzak durmanız çok önemle vurgulandı.

İyi yetişmiş kişiler için siyasete girmek ise zaten düşünülmemesi gereken bir konuydu. Peki o zaman toplumdan kopmak sadece kendine benzeyen bazı kişilerle yan yana yaşayan hücreler haline gelmek, ülkede ayırımcılığa, bencilliğe ve acayip bir gençlik karmaşasının yaratılmasına yol açmayacak mıydı?

Bırakın boş bırakılan siyaset alanını, ülkenin menfaati için ne gibi politikalar izlenmesi gerektiğinden bile habersiz bir gurup genç yaratılırken, tam tersine hırsla bu konulara kafa yoran, siyasete soyunmak için kendini yetiştiren bir başka gurup genç gittikçe artarken ne yapıldı? Bu iki grup genç Türkiye’de beraberce nasıl yaşayacaklarını düşündüler mi?

Hatta şimdi ülke, medyası, eğlence ve her konudaki beğenisiyle gittikçe taşralaşırken, gençler bu konulara kafa yoruyorlar mı? Şimdi geldiğimiz noktaya Türkiye bir günde gelmedi.Sistematik bir vurdum duymazlık, ülke meselelerine ilgisizlik şimdi içinde olduğumuz ve şikayet ettiğimiz yere getirdi…

Bizlere öncelikle “ben değil, biz önemli” fikri aşılandı. Her başarının ancak takım oyunuyla geleceğine inancımız tamdı. O zaman çeşitli guruplardan her konuda lider çıkarmak çok kolaydır.

Allah vergisi liderlik vasıfları, bir de öğreti neticesi yönetimde kendi altında olanları koruma, üstündekilere doğru bildiğini çekinmeden, terbiye dahilinde ifade etme özellikleriyle birleşince, gerçek lider ortaya çıkar. Gerçek lider de dünyanın tüm olaylarını izleyen, sürekli okuyan, düşünen ve ülkesinin ileri gitmesi için fikirleri olan insandır.

Lider öncüdür… Şikayet etmez, çözer… Beklemez, yaratır… Azla yetinmez, üretir… Ve kendiyle birlikte beraber olduğu herkesin daha iyi bir seviyeye, daha iyi bir dünyaya kavuşması için çok çalışır…

Bu hep böyleydi, hep böyle olacak, yepyeni bir dünya düzeni arayışları içinde olsak da lider hep böyle kişiler arasından çıkacak…

Gençler kendi kabiliyetinizin en tepesini istemek ve zorlamak, etrafınızdakileri de beraberce daha iyi noktalara çekmek amacınız olursa, Türkiye çok daha aydınlık ve mutlu günlere ulaşabilecektir.

Sevgilerimle,

DENİZ ADANALI

Gençlere Sesleniş

Gençlere sesleniş denilince pek çok konuda bir şeyler söylemek mümkün ama belki de benim ilk söylemek istediğim; ben, biz olayını yerleştirebilmeleri. Maalesef Türkiye’de ben çok fazla bu konunun abartıldığını düşünüyorum. Bu yalnız kendilerinden veya evlerinden gelmiyor. Aynı zamanda dünyanın gidişatı da bunu çok hızlandırdı.

Kendini kurtar. “Kendini kurtaran kaptan” derler. Bizde de bu söz var. Kendilerini kurtarmak için o kadar bencilleştiler ki, unuttular. Biz bir kuvvettir, ben tek sesim, biz bir çok sesiz. Demek ki o zaman cebir olarak biz zenginiz. Bu zenginliği bırakıp ısrarla ben demeye devam edersek sonunda pek karlı çıkmıyoruz. O karlı çıkmayış sonunda bizi çok farklı yerlere götürüyor. Onun için de mümkün olduğu kadar, ta baştan ilk evden. Evdekilere de çok şey düşüyor bunun için. Anneler, babalar, bütün ebeveynler, ben’den , biz’e doğru götürmelidir evdeki çocukları. Bu ilk sözüm olur.

Sonrasında çok enteresan. Yıllar içerisinde insan pek çok şeyi izliyor, okuyor. Benim kafamda çok yer etmiş bir şey vardır. “Tek bir insan dünyayı değiştirebilir” diye. Bu çevrecilerin lafıdır. Baba Deon diye Afrika’lı bir çevreciden gelmiştir ilk. Nasıl olur ki? Ben onu hep şöyle düşündüm; ben bir şeyden bahsettiğim zaman, şöyle yapalım, böyle yapalım, çok hareketli ve çok erken tarihte sivil topluma uyanmış bir insandım. “Aman Deniz, tek başıma ben ne yapabilirim? Allah aşkına.” derlerdi. Tek başımıza olmayız ki. Tek başımıza bir şey yaparsak. Herkes tek başına bir şey yaparsa sonunda biz başımıza bir şey yapmış oluyoruz. İş büyüyor ve işe yarıyor. Zenginlik artıyor. Cervantes’in Don Kişot’ta da söylettiği bir laf var. Hep motto olarak kulandım ben. “Erişilemeyecek yıldıza erişmek” Belki yapamayacağız. Genellikle de yapamayabiliriz. Ama yapmaya çalışırız ya, en tepedeki kendi yıldızımıza ulaşmak, herhalde zaten hem toplumu, hem kendimizi, hem dünyayı daha iyi yere götürür diye düşünüyorum.

İyiyi istemek, güzeli istemek, medeniyeti istemek herhalde en iyi şey.

Bülent Şenver'in Odası

Etik Çağrısı

Etik deyince çok derin ve büyük bir konu. Kısa bir çağrı nasıl yapabilirim diye düşünmem lazım. Bizim yaşlardaki kişiler bu ülkede yetişirken bunu çok iyi öğrendiler. Çünkü dünya medeniyeti içerisinde yer alması isteniliyordu Türkiye’nin. Nelerimiz eksikse onları tamamlamamız gerekirdi. Nasıl bir gerekti bu? Her şeyden önce kendimize bir doğru olmalıydık, namuslu olmalıydık. Sonra ailemize ve daha sonra okulda, mahalledeki insanlara, daha sonra da iş hayatı ve dünyaya. Bu o kadar normal geldi ki bize. Medeni olmanın ilk ve tek yoluydu. Namus deyince illa ki cinsiyet ile ilgili bir namus değil bu. Geniş bir namus fikri. Kişilere karşı kendinize olduğu gibi, namuslu olmak için dediğim gibi kendinizi de tanımanız lazım. Tanıdıktan sonra kendinizin nelere evet, nelere hayır diyebileceğinizi, hangi baskılar altında nasıl değişip, nasıl değişmeyeceğinizi, para ile ilgili ilişkiniz nedir? Materyal ile ilgili ilişkiniz nedir? Mal ile ilişkiniz nedir? Bunların hepsini yerine koyduktan sonra etik dediğimiz şey yerine geliyor. Çünkü onlarla ilişkimi bilmiyorsam ben etik bilmiyorum demektir.

Etik bilmeyince de istediğimi yaparım. Ben yaptım oldu. Para verdiler. Ne yapayım verdiler. Peki ben o parayı ne için aldım? Neyin karşılığı aldım. Para nedir? Para. Para izafi dediğimiz kendimizin bir şeyi için kurduğu, yaptığı bir değer. Dünya birbirine girdi, kağıtlar üzerinden para konuşulur hale gelince, esası yok oldu. Bilemediler insanlar ne, nedir? Ciddi olarak da etikte büyük bozukluklar oldu. Bankalar battı, kıyametler oldu. Neden? Çünkü etik fikri değişmişti artık. Bambaşka bir yere gelmişti.

Şöyle bir şeyle bitireyim. Bir Japon şairin lafıdır. Çok kullandım yıllar içerisinde. Gazeteci arkadaşlarım da çok aldılar, kullandılar. Burada da söylemek istiyorum:

“Su, rüzgar ve namus bir gün saklambaç oynamaya başlamışlar. Önce su saklanmış, çok kolay olmuş, derin vadiler arasında buluvermişler. Sonra rüzgar saklanmış, onu da bulmak kolay olmuş. Yüksek dağlar tepesinde. Sıra namusa gelmiş. Namus şöyle seslenmiş: “Dikkat ediniz, bir kere kaybolursam ben bulunmam hiç bir yerde.”