Ortaokulu zar zor bitirip, babasının nalburiye dükkanında çalışmaya başladı. İşten sonra çırağıyla evlere korniş takmaya gitti. Sıfırdan girdiği iş hayatında bugün dünyanın en büyük özel göz hastanesini yapacak kadar ilerleyen Eray Kapıcıoğlu başarı öyküsünü anlattı.
“Bir gecede karar verdim…” Hayattaki yönünüzü değiştiren kararları öyle her zaman bir gecede alamadınız değil mi? Ne de olsa çoğu zaman çok sancılı olur… Verilmesi gereken kararlar bir türlü alınmaz da alınmaz.
Gözü kara girişimci Eray Kapıcıoğlu’yla sohbet ederken, o kadar çok “Bir gecede karar verdim” cümlesi duydum ki…
Üstelik de anladığım kadarıyla aldığı hiçbir karar kendisi için yanlış olmamış.
Zaten o yüzden kardeşleriyle birlikte çalışmaktan vazgeçmiş.
Kararsızlığa tahammülü yok!
Nalburiyeden, dünya çapında göz hastanesine giden yolu merak ediyor musunuz?
Üstelik öyle kolejler falan bitirilmeden, yabancı dil öğrenilmeden ve üniversite eğitimi de yapılmadan.
Önüne sürekli yeni hedefler koyan, dünyadaki en son yeniliği Türkiye’ye taşımayı görev bilen, lazerle göz ameliyatlarını başlatan Yunan Profesör Dr. Ioannis Pallikaris’i hastanelerine danışman yapacak kadar iddialı girişimlerde bulunan ve şimdi de gözünü ‘kadın doğum ve tüp bebek’ hastanesine diken bir girişimcinin öyküsü bu.
Eray Kapıcıoğlu, babasının ‘Okuyacaksın’ ısrarlarına meydan okuyup, ona okumadan da başarılı olabileceğini göstermiş görünüyor ama henüz yapmak istediklerine son noktayı koymamış….
1957 doğumluyum. Trabzonlu’yum. Bir yaşında İstanbul’a geldik. Babam bizi getirdi ve İstanbul’a yerleştik. Babam inşaat işleri yapıyordu, büyük çapta müteahhit değil ama onların işlerini yapıyordu. Babam çok zengin değildi ama bize çok büyük bir miras bıraktı. O miras nedir? Dürüstlüktür. Biz babamızdan çok şey öğrendik. Ayın birindeki maaşı, ikisine bırakıp bırakmamayı öğrendik. Mal aldığımız yerlere, söz verdiğimiz günde imza atmamış dahi olsanız aynı günde ödenmesini öğrendik çünkü orada insanların paralarını getirdiğiniz zaman, çalışanında parasını getirdiğiniz zaman orada bir kul hakkı doğuyor. Çünkü ayın birinde maaşını alamayan bir kişi üç gün sonra alıyorsa kasap peşine düşüyor, bakkal peşine düşüyor, ev sahibi peşine düşüyor. Bankada ödenecek bir taksidi varsa onu ödeyemiyor. Elektriği ödeyemiyor, suyu ödeyemiyor neticede ceza ödüyor ve siz onun hakkını gasp etmiş oluyorsunuz. Bu benim aşağı yukarı 35 senedir örnek aldığım bir çalışma sistemidir. Bugünde aynısını uyguluyorum.
Ben ortaokulu çok iyi okuyordum. Ortaokulu bitirdiğimde babama dedim ki “Baba sen inşaat işleri yapıyorsun, ben nalbur dükkanı açayım, boyası, çivisi, hırdavatı ben vereyim sana, arkadaşlarında benden alsın.” Babam “Okuyacaksın” dedi ve ısrar eti. Ben de “Hem okuyayım hem dükkanı açalım” dedim. Tabii o zaman sermayede yok. Sene 1971 – 1972. Zannediyorum 100 bin lira peşin ayda 5 bin lira taksit ile Mecidiyeköy’de bir mağaza satın aldık. Hatta, 100 bin lira peşinin de 30 bin lira peşinini de Marshall’ın ortaklarından bana borç olarak vermişti. Ben ondan boya alıyordum, sonra o boyalar ile birlikte üstüne para koyarak o parayı ben ona ödedim. Nalbur dükkanını açtım, fakat nalbur dükkanının boyu 32 metreydi. İlk başta 10 metresini sunta ile kapattım. Dolduramadım çünkü sermaye yoktu ama her çeşitten malım vardı. Her Pazartesi günü Tahtakale’ye giderdim bir kamyonet ile sabah 5.30’da. Tahtakale’den bütün hırdavatı ve sattığım malzemeleri alırdım. Dükkana geldiğimde saat 7:30 olurdu. Nalbur dükkanını her altı ayda o suntayı 2 metre ileri açarak, sermayem büyüdükçe, 32 metreyi tamamladım o nalbur dükkanında.
Nalbur işinde iyi para kazanıyordum. Sabahları 6’da dükkanı açıyordum. Mecidiyeköy’deydi nalbur dükkanı ve 13 tane nalbur dükkanı vardı Mecidiyeköy’de. Sabah 6’da ben açıyordum, sabah 6’dan 07:30’a kadar bütün taşeronlar benden gelip malı alıyordu, saat 8’de ben neredeyse yapabileceğim kadar alışverişi yapmış oluyordum. Diğer nalbur dükkanı olan arkadaşlar dükkanlarını açtığında, onlar gazete okuyup çay içiyorlardı çünkü bütün müşteriyi ben sabahtan kapmıştım. Bu böyle sürdü. Pazar günleri aynı şekilde sabah 6’da açıktım. Dükkanı sabah 6’da açıp, gece 10’da kapatıyordum.
Hayatım böyle geçecek sandım. Ben evleneyim o zaman dedim. Sabah karanlıkta geliyorum mağazaya akşam karanlıkta çıkıyorum. Ve evlendim şimdiki eşimle. Bir arkadaşımın kız kardeşiydi. 32 senelik evliliğim devam ediyor. Dört tane çocuğum var.
Benim burada söylediklerim inşallah gençlere faydası olur. O nalbur dükkanında büyük ticaret yapmak, büyük iş adamı olmak, fazla para kazanmak. Fakat nalbur işini çok iyi yaptım. 5 bin kalem çeşit malı sürekli rafta tutuyordum, eksiğini her gün not alıyordum. Ben de olmayan bir malı istedikleri zaman “Bir dakika depodan getireyim” deyip başka bir dükkandan satın alıp müşteriye satıyordum. 7- 8 sene nalbur dükkanını sürdürdüm. Nalbur dükkanı bu işin küçük kardeşi, bunun abisi inşaat malzemeciliğiydi. Abisi olan işe döndüm . Daha az kalemde, 20 kalem 30 kalemde inşaat malzemeciliği yapmaya başladım. Fayans, seramik, boru gibi. 5- 6 sene sonra da toptancılığına döndüm. İnşaatlara mal satabilecek 8 – 10 malın bayiliğini aldım ve stoklu çalışıyordum çok ciddi şekilde. 3- 4 tane depom vardı. Her sene sayım yapıyordum, ciromu çıkarıyordum, kar marjımı koyuyordum, bakıyordum ki ben boşa çalışıyorum.
Belli bir sermayem birikmişti, bu sermayede bana hitap etmiyordu, beni mutlu etmiyordu sermayeden gelen getirisi ve artık iş bana küçük kalmaya başladı. Ben daha farklı bir şeyler yapmalıyım dedim. İnşaatçılara malzeme veriyorum, inşaatçılar daire satıyor bana para getiriyor, ben niye inşaat yapmayayım dedim bu sefer. Bir sabah kalktım karar verdim bir hafta içerisinde mağazadaki, depolardaki malın sayımını yaptırdım, baktım ki o zamanın parası ile 1984 yılının parası ile 900 milyon gibi bir para topluyor.
O gece karar verdim çıkacağım bu işten dedim. Satıyorum dedim bütün mağaza ve depoları. Mecidiyeköy’de herkesin benim orada gözü vardı. Mağazanın mülkü de çok iyi bir yerdeydi. Geldiler 900- 950 milyon gibi bir paraya bir kısmı vadeli, bir kısmı peşin, bıraktım anahtarlı . 15 – 16 sene yaptığım bir işi bir anda bıraktım. Mecidiyeköy meydanda bir ofis aldım 65 milyon liraya. İnşaat işi yapacağım dedim, Kapıcıoğlu İnşaat A.Ş. diye bir şirket kurdum.
Dükkana o kadar çok alışmışım ki, ertesi sabah dükkanı yine 6’da gelip açmaya çalıştım. Ben sattım dükkanı, kilidini değiştirmişler. Ben ne yapıyorum dedim. Sonra yeni ofise gittim.
İnşaat’a döndüm. İlk inşaatımı Marmara Ereğlisi’nde imara açıldığında birinci ruhsatı Kaptan Tatil Köyü aldı, ikinci ruhsatı da ben aldım. Orada 15 dönüm bir arazi aldım. 79 tane villa yaptım. 79 tane villayı 1 milyar 250 milyona mal ettim. Hiç satmadan yaptım onları ve 250 milyon kredi kullandım. Deniz kenarıydı, çok güzel evler yaptık ve onları satarak İstanbulda’ki arazilere yatırdım. 1988- 1989- 1990’a kadar sürdü onların satışı. Benim arazi alarak, inşaat hayatım başladı. 1991 yılında Mecidiyeköy’de yaptığım bir bina vardı, bugün üzerinde Avrupa Hastanesi vardır.
O hastaneyi satmak için yaptım, fakat oraya bazı doktorlar geldi “Burasını hastane yapalım Eray Bey. Bize kiraya ver. Bizim istediğimiz gibi yapar mısınız” dedi. “Yaparım ama bir teminat vermeniz gerekiyor. Sonra hastane çalışmazsa eski haline döndürmem için para harcamam gerekir” dedim. Bana bir teklif getirdiler, binayı siz koyun ortaya, içini biz yapalım, ortak yapalım hastaneyi diye. “Bir getirin fizibilitenizi”dedim. Getirdiler. Bugün Acıbadem Hastanesini ilk kuran ve satan arkadaşlardır. Bana cazip geldi ama o gün ben prensip olarak şunu söyledim “Tıbbi işler sizde olur, kasa bende olur.” Çünkü kasanın anahtarını hayatım boyunca kimseye vermedim. Kardeşlerime bile vermedim. Kabul ettiler. Oturduk bir ortaklık kurduk ve hastaneyi açtık. Hastaneyi açtığımızda yüzde 120 kapasite ile çalışıyorduk. Sığmıyorduk hastaneye.
Sonra Gayrettepe’deki bugün Metropol Hastanesi olan binayı Çocuk Esirgeme’den kiraladım ben. Orayada Avrupa Hastanesi’nin devamını yapıyoruz, tam aletleri koyacağız 1994 krizi oldu. Benim ortaklarım artık bu işte biz yokuz deyip hastaneyi tamamen benim üstüme bıraktılar. Hisselerini bana devretmek istiyorlardı ama ben “Hastaneyi bana bırakın ben birkaç ay idare edeyim, ya ben alırım ya da birisini bulur satarız, bende çıkarım bu işten” dedim.
Genel hastanenin finans tarafında olduğum için genel hastanelerin nasıl çalıştığını gördüm. Genel hastaneler bana çok rantabl gelmedi. Buzun üzerinde bir yatırım gibi geldi. Çünkü genel hastanelerde doktor sizin değil dışarıda. Doktor hangi hasteneyi ucuz bulursa, ameliyathanesini, hasta odasını bir hafta, on günlük hastasını oraya götürüyor. Sizin teknolojiniz, altyapınıza pek baktıkları yok. Çünkü yaptığınız cironun yüzde 70’i , yüzde 80’i doktorlara gidiyor ve ben genel hastane işinden çıkmaya karar verdim.
O ara çok sevdiğim bir hoca tarafından Florence Nightingale’nin Vakıf Başkanı Profesör Cemil Demiroğlu, Allah rahmet eylesin “Eray Bey, doktorlarla ayrılmış, bize satar mı hastaneyi” dedi ve ben “Olabilir” dedim. Ben hastanelerin ikisini de Sayın Cemil Demiroğlu’na sattım. Zaten onlar vakıf hastaneleri, üniversite kurdular, fazla hastane almak zorundaydılar o zaman. Sayılarını artırmak zorundaydılar.
O günden beri kendi işime döndüm. Fakat sağlık işine o kadar alışmışım ki , “Ben sağlıkla ilgili bir şey yapmalıyım ama farklı bir şey yapmalıyım” dedim. Sonra “göz” geldi benim aklıma. 70 milyon nüfus 2 ile çarparsanız 140 milyon göz var . Türkiye’de çok ciddi bir araştırma yaptım, üniversitelerde yaptım, yurtdışında yaptım. Gözün 19 branşı var, 200’ün üstünde tedavi yöntemi var. Her branşda olan doktor bir tedaviyi yapabiliyor. İstanbul’da bir göz hastanesi açarsak, her branşda en iyi hocaları alırsak tam gün bu iş çok başarılı olur diye düşündüm. Fizibilitesini yaptık, yatırım maliyetini çıkardık. Farklı bir şey yapalım, 24 saat açık olan, hasta içeriye girdiği zaman gözlük alacaksa gözlük doktoruna, muayene olacaksa muayene doktoruna, retina ile ilgili bir sorun varsa retina hocasına, katarak ile varsa katarak hocasına, böyle bir sistem kuralım dedik. Danışmada insanlar geldiği zaman yönlendirilsin veya call center’ı arayanlar ona göre randevular alınsın.
Bu sistem tuttu. Çok değerli hocalar aldık. 35 personel ile 13 tane hoca ile başladığımız 1996’da ilk hastaneyi açtığımızdan bugüne kadar, bugün 1.000’nin üzerinde çalışanımız, 150 tane tam gün çalışan profesör, doçent ve uzman doktor var.
Bu neydi?
Cenabı Allah herkese bir şans veriyor. Bu şansı oturarak değil, bunu değerlendirerek kullanmak gerekiyor. Belki o anda o şansınız ile çok büyük paralar kazanırsınız, paranın üstüne yatarsanız o şansı yakaladığınızdan önceki hale dönersiniz. Ama o parayı değerlendirirseniz, istihdama döndürürseniz, yatırıma döndürürseniz çok farklı şeyler olabilir tabii. Ben hayatım boyunca hep bir hedef koydum. Belli iş adamlarını hedef koydum. Belli şeyler hedef koydum. Hayatımın 5- 6 senelik dönemlerinde yaptığım her işte her sene muhasebemi yaptım. Kazancımı koydum, bu senede ileriye gidersem nereye giderim? Hesabını yaptım, çok uzun vadede hiçbir noktaya gelemeyeceğimi ve artık nalbur olarak sermayesiz başlayıp, belirli bir sermaye elde ettikten sonra o işi bırakıp, artık o işi de benim gibi sermayesi olmayan insanların devam edeceğine inandım ve bıraktım.
Bugün ortaokul mezunuyum, 150’nin üzerinde profesör ile çalışıyoruz ve dünyada hiç olmayan modeli yarattık. Doktorlarımızın hiçbirinin ne muayenehane ne de devlet ile bağı var. Doktor bizim hasta bizim. Bir şeye herkesin inanmasını istiyorum, gençlere de şunu söylemek istiyorum. Ben bunu bir yerde daha anlattım hiç kimse “Sermayem yok, okul bitiyor, ben nasıl servet sahibi olurum? Nasıl para kazanırım?” diye düşünmesin. Çünkü biz iş sahipleri bu işleri kurarken profesyoneller ile çalışıyoruz. Bugün öyle aileler varki, köklü ,zengin, holdingleşmiş, kendi ailelerinden birilerini şirkete sokmayıp profesyoneller ile bu işi götüren aileler var.
Onun için ben şunu diyorum gençlere: “Yeter ki okullarını bitirsinler. Okullarını bitirdikten sonra kendilerine seçtikleri işte çok düşük paraya dahi çalışsalar dayansınlar ama çalıştıkları şirketin kurumsal olduğuna bir baksınlar. Ülkeye faydalı bi şirket olduğuna baksınlar.”
Hilenin, yalanın, sahtekarlığın olmadığı şirketlerde, kurumsallaşmış dürüst şirketlerde çalışsınlar. Çünkü patronlar düzgün insanı, yalan söylemeyen insanı, şirketi yukarıya taşıyabilecek her insanı gün gelir şirketine hissedar eder. Bu bir gerçektir. Bunu ben de yapıyorum. Bunu yapan çok kişinin de olduğuna inanıyorum. Hissedar etmese bile çok ciddi şekilde cirosundan, karlarından ciddi oranlar veriyordur.
Hayatta çok büyük servet kalabilir insanlara ama dünyanın en şansız insanı iş bilmeyen ve kendisine babadan ve büyüklerden kalan servete sahip olan insanlardır. En şanslı insanlar da hayatı erken tanıyanlar , ticarete erken başlayanlar, paranın kıymetini bilenler, insan değerini ve insan sevgisini içine yerleştirenler.
Bir de insanların çıktığı yerde geldiği yeri unutmadan kalması.
Ben çocuklarımada aynı şeyi aşılıyorum.
Vicdanlı olun. Günümüzde maalesef insanların serveti büyüdükçe vicdanları azalıyor. Ben çocuklarıma da onu öğütlüyorum, diyorum ki: “Kapınıza kim gelirse yardım edeceksiniz”.
Ben bugün Dünya Göz olarak 2 tane tır hastane yaptım. 10 bin kişiye parasız bakıyoruz, gözlük dağıtıyoruz, ilaç veriyoruz, ayda 150 kişiyi parasız ameliyat ediyoruz. Çok ciddi bir fon aktarıyorum ben buraya şahsım olarak. Zaten insanların çok para kazanmaları insanları çok mutlu etmez. Çok para kazananlar yüzde 80’i mutsuzluğa gider. Parayı çok kazanır ama onu iyi şeylerde kullanırsanız o zaman mutlu olursunuz. Etrafınızı ne kadar kalabalık tutarsanız iyi dostlarla o kadar çok mutlu ve huzurlu olursunuz. Para ile yalnız kaldığınız zaman para sizi öldürür. Size uyuşturucu kullanmaktan, alkol kullanmaktan, sigara içmekten daha kötü bir hale getirir. Para o bağımlılık yapan şeylerden daha kötü bağımlıdır .
Parayı sevmek güzel bir şey ama parayı çalıştırıp ticarete, istihdama, yatırıma yönelterek sevmek ile olur bu. Parayı biriktirerek değil.
Bugün çok insanlar görüyoruz ki paraya iman etmiş gibi başka hiç bir şey düşünmüyor, eziyor, geçiyor, ama sonunda o parayı yemeden gidiyor. Kalan para aileden birine veya çocuklara kalıyor ve o parayı kaybediyorlar. Dürüstlük çok önemli. İnsanın içinde insan sevgisinin olması, dürüstlüğü, ekip çalışması yapması, yanında çalışanların fikirlerine önem vermesi, herkesi dinlemesi. Biz başarımızı buna borçluyuz.
Benim iki alt grup çalışmam var. Benim altımda bir grup var, bir de onun altında bir grup var. Ben hastane müdürünü de çağırır dinlerim, danışmada ki sorumluyu da çağırır dinlerim. Çünkü benim işim buradaki insaların mutlu olmalarını sağlamak. Doğru teşhisin konulup doğru tedavinin yapılmasını sağlamak.
Çok ciddi bir emek var burada. Dünya Göz’ün yaratılmasında paradan çok emek var. 15-16 senelik bir zaman bu. Bir işi kurmak çok önemli değil, paranız olur her işi kurarsınız ama o hedefi büyütmek, koyduğunuz hedefe ulaştırmak önemli. Biz o hedefi Dünya Göz ‘de koyduk. 193 dünya ülkesinde hiç kimsenin sahip olmadığı bir alt yapıya sahip Dünya Göz. 100 bin metrekare kapalı alana ulaşmış ve 107’ye yakın yabancı ülkeden, Avrupa ülkesinden hasta getiren dünya göz yaratıldı. Bu bir inancın zaferi. Burada bir başarı öyküsü var. Burada inanmak çok önemli.
Ben hayatım boyunca bir eksikliği yaşıyorum. Nedir o?
Okumayı. Keşke okusaydım.
Çok şey kaybetmezdim. 5 sene geriden başlardım ticarete. O 5 senede çok şey kazandın mı?
Derseniz kazanmadım ama hiçbir zaman hiçbir gencin bu söylediklerimi alıp da ortaokuldan ayrılmam gerekir diye sakın düşünmesinler. 20- 21- 22’li yaşlar ticarete çok iyi başlamanın ve okulu da bitirmek, oradan da çok ciddi tecrübeler almak çok doğru bir şey. Ben onu kendi çocuklarımda görüyorum.
Ben Eray Kapıcıoğlu.
Size etik çağrı ile ilgili birkaç şey söyleyeceğim. İnşallah benim söylediklerim faydalı olur.
Gençler, hayata başlarken dürüstlüğün ve insan sevgisinin çok önemli olduğunu unutmayın. En büyük servet ve sermaye dürüstlüktür. Hem özel yaşantınızda, hem ticarette ne kadar dürüst olursanız o kadar çok sevilirsiniz. Öyle zaman gelir ki yüz milyonlarca dolar parası olan kişiden daha fazla değer görürsünüz. Çünkü siz dürüst olduğunuz sürece sizden kimseye zarar gelmeyeceğini herkes görür ve herkes bilir. Sizin çevreniz çok daha geniş olur.
Siz ticaret hayatına başladığınız süre içerisinde bindiğiniz arabanın markası önemli değil, oturduğunuz evin semti de önemli değil. Kılığınızı kıyafetinizi, her gün traşınızı olup, kendi okumuş olduğunuz branşta hangi işi seçmişseniz ki o iş sevdiğiniz bir iş olmalı. Sizi idare edecek para olup da başka bir işi yapacaksanız, sakın ona aldanıp yapmayın. Kendinize yemeğinizden, içmenizden, eğlencenizden, sosyal yaşantınızdan kesin ama doğru ve bildiğiniz bir işi yapın.
Dürüstlük ve insan sevgisi içinizde olduğu sürece daima başarıya gidersiniz. Buna inanın.